Cumhuriyet; özü itibariyle milletin iradesine güven duymayı temel alan bir yönetim biçimidir. Millete kıymet vermek ve ona inanmak; ülkenin geleceğini onun tayin etmesini dileyen cumhuriyetçilerin temel refleksleri olmalıdır. Milliyetçilik kavramının dayanak noktası kabul ettiği ruh da bu hissiyata dayanır. Bu sebeple bizim cumhuriyet birikimimizde ilk harcı karanlar; Türk milliyetçiliğin ana güzergâhını çizen kadrolarla aynı isimlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin istiklalini ve istikbalini kurtaran; vaktiyle Malazgirt’te şahlanan ruhun Sakarya Meydanı’nda yeniden hayat bulmasıdır. Savaş meydanlarında ezilen ve memleket toprağını daha fazla kirletmesine izin verilmeyen işgalci Anadolu’da yenilmiş ve bu sayede Türklük bağımsız devletine kavuşabilmiştir.
94 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin zaman içerisinde geldiği nokta, bütün vatandaşlarımız açısından memnuniyet vericidir. Kanla ve irfanla kurulan vatan çatısı; artık 80 milyondan fazla insanı huzurla barındırmaktadır. Temiz Anadolu toprağının kalbine, Ankara’ya besmeleyle ekilen tohum; geçen yıllar içinde durmaksızın boy atmış ve gölgesi bütün insanlığı saran bir çınar olma yolunda ciddi mesafe kat etmiştir. Bu noktaya erişmemizde; devlet yöneticilerinin hepsinin katkısı olduğu aşikârdır. Fakat belirli bir ismin katkısını ön plana çıkarmak; bu ülkenin kurucu iradesini ortaya koyan Liderin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını inkâr, hem bu ülkeye hem de hakikate ihanettir. Maalesef bazı kesimler; devlet ciddiyetinin ayrılmaz bir parçası olan bu hassasiyeti aradan geçen zaman içinde bir türlü kavrayamamışlardır. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kerkük meselesinden bahsederken “Ecdadımız Gazi Mustafa Kemal, Misak-ı Milli ile Kerkük’e kadar bu hattı çizmediler mi” diye sorduğu bu günlerde; Gazi Paşa’ya iftiranameler düzen Osmanlı şerbetçisi görünümlü sözde tarihçilerin hala makbul sayılması akıl kârı değildir. Tıyneti belirsiz, ilmi yetersiz, amacı meçhul şarlatanların hezeyanlarıyla tarihin yalçın gerçekliğine çamur sıçratarak düzenlenmeye çalışılan karartma operasyonu; sadece Gazi Mustafa Kemal’in aziz hatırasına değil, büyük Türk milletine hakarettir. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milliyetçiliği; bu devleti, bu milleti ufukların ötesine taşıyacak iki kanattır. Bunlara saldıran her kimse; ya gizli ve kötü niyetlerin uygulayıcısı yahut da ipleri uzaktan yönetilen bir kukla tiyatrosunun parçasıdır. Mütareke döneminde memlekete ayak basan işgalciler ile 15 Temmuz günü millete kurşun saçanlar arasında nasıl bir niyet birlikteliği varsa; milletin namusuna el uzatan istilacıyla, “İstiklal Harbi’ni Yunan kazansaydı” sözüne kıymet verenler arasında da böyle bir irtibat vardır. Dost da düşman da iyi bilmelidir ki Milliyetçi Hareket Partisi; Yahya Kemal’in “Gaalip et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın” diye tasvir ettiği Türk neferleriyle aynı saftadır. Milliyetçi Hareket Partisi; Malazgirt’le Sakarya’yı, Feth-i Mübin ile Çanakkale Zaferi’ni birleştiren bir köprüdür. Bu tavrı da kıyamete dek sürdürecektir.
Türkiye’nin hikâyesi; çeliği delen su damlasının, imkâna baş eğdiren imanın hikâyesidir. Türkiye’nin hikâyesi; isimleri unutulmuş kahramanların, Anadolu’nun her karışına süngülerle yazdığı bir kahramanlık destanıdır. Seneler evvel bu destana engel olmaya çalışanların hayalleri nasıl bu toprakların en derinine gömüldüyse, 94 yıl boyunca bu destanı unutturmaya çalışanlar nasıl amaçlarına ulaşamadıysa, şimdi de Türkiye’nin destanı yok edilemeyecektir. 2023’e uzanan yollar; 1923 ruhundan alınan ilham ve ışıkla aydınlatılacaktır. Buna direnenlere karşı; MHP’nin duruşu, Mehmetçik’in süngüsü kadar keskin olacaktır.